29 Ocak 2015 Perşembe

Başyapıt - Whiplash (2014)

Çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki 2014'te yapılan ama Türkiye'de 2015 yılında vizyona giren Whiplash, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri, bir başyapıt. Genç yönetmen Damien Chazelle'in kendini ispatlaması...

Filmde bilindik konular işlenmiş. En iyilerden olma hayali kurma, azim, başarılı olunan yolda karşınıza çıkan engeller, öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi temalar filmin iskeletini oluşturuyor. Başrolde idolü ünlü caz davulcusu Buddy Rich olan 19 yaşındaki Andrew'i canlandıran Miles Tellar var. Andrew'in tek hayali vardır: en iyi davulculardan biri olmak. Bunun için yeri geldiğinde yeni tanıştığı kız arkadaşından da ayrılır,  egitmenine de saldırır, sosyal baskıya da katlanır.

Filmin konusu çok orijinal değil; ama işleniş biçimi ve özellikle bıraktığı etki... Hem de öyle bir etki ki... (Sinema tarihinde bunun çok az örneği var.) Mesela Andrew, bateriyi 'hırsla' çalarken o hırsı siz de hissediyorsunuz. Ya da onun sinirlendiğini anlayıp bağırmak istiyorsunuz, Andrew'in sahnede çalması gereken ama çalmayı bilmediği bir parça geldiğinde "Ben şimdi ne yapacağım?" diye siz düşünüyor ve endişeleniyorsunuz. Demek istediğim film izleyenleri sadece etkilemiyor, adeta filmin içinde yaşıyormuş gibi hissettiriyor.

Bu film müzik temalı olduğu kadar ilişkileri de ele alıyor. Özellikle öğretmen-öğrenci, baba-oğul ilişkileri ve günümüzün -maalesef- vazgeçilmezlerinden olan 'çevre baskısı'.

Öğretmen-öğrenci ilişkilerini anlatan bircok film gördük. Good Will Hunting ve Dead Poets Society bunun en başta gelen en önemli örneklerinden. Gerçi bu açıdan Whisplar'ı onlarla kıyaslamak ne kadar doğru olabilir ki? Çünkü bu o filmlerin yanında biraz (biraz değil bayağı) vahşi kalıyor. Mr. Fletcher (J. K. Simmons) karakterinin hakkını veriyor ve öğrencilerinin içindekileri çıkarabilmek için her yolu (fiziksel ve ruhsal hasar, sandalye fırlatma, küfür etme, tokat atma vb.) deneyen bir diktatöre dönüşüyor.

Her ne kadar Andrew ve Fletcher'ın bu kadar kötü bir ilişkileri olsa da zamanla birbirlerini tamamladıklarını anlıyorlar.

Filmde ünlü, bilinen parçalara ve insanlara değinilmesi de ayrı bir tat verdi biz izleyenlere ve tabi ki caz severlere. Caz denince akla ilk gelenlerden Charlie Parker olsun, finalde çalınan Duke Ellington'un ünlü bestesi 'Caravan' olsun dikkatimizden kaçmadı. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, finaldeki davul solosu muazzamdı.

Düşmek bilmeyen temposu olsun, bıraktığı etki olsun kesinlikle görülmesi gereken bir film. Iyi ses sistemindr izlemek oldukça önemli. Sonuç olarak Whiplash'ı izleyin, izlettirin. Eğer, benim gibi, caz seven biriyseniz, bu film basucu filminiz olabilir.

Eleştirmenin Puanı:  8.5 / 10    

10 Ocak 2015 Cumartesi

2014'ün En İyi 10 Filmi

10. Magic in the Moonlight (Sihirli Ay Işığı)


9. The Water Diviner (Son Umut)


8. Interstellar (Yıldızlararası)


7. How to Train Your Dragon 2 (Ejderhanı Nasıl Eğitirsin 2)


 6. X-Men: Days of Future Past (X-Men: Geçmiş Günler Gelecek)


5. The Grand Budapest Hotel (Büyük Budapeşte Oteli)


 4. Boyhood (Çocukluk)


 3. Whiplash (Whiplash)


2. Gone Girl (Kayıp Kız)



1. Birdman (Atmaca)


5 Ocak 2015 Pazartesi

Savaşta Kaybettiği Oğullarını Arayan Baba: The Water Diviner-Son Umut (2014)

Ülkemizde ‘Son Umut’ adıyla vizyona giren ‘The Water Diviner’, bir deneme niteliğinde aslında. Kimi zaman şizofren olan bir hasta, kimi zaman Robin Hood, kimi zaman Vahşi Batı’da haydut, bazen de bir aile babası ve bir eş olarak gördüğümüz; ama asıl ‘Gladyatör’ kimliğiyle tanınan Oscar sahibi Russell Crowe’un ilk yönetmenlik deneyimi. Genelde ‘ilk’ler insanların çaylaklığını, acemiliğini yansıtır ama Crowe, The Water Diviner’la bu ezberi bozuyor. Şaşmamak gerek, çünkü Russell Crowe kariyerinde çok başarılı, çok büyük yönetmenlerle çalışmış biri.

Film, yer altındaki suyu bulup, yer üstüne çıkarma konusunda uzman olan Connor (Russell Crowe)’un 3 oğlunu Çanakkale Savaşı’na yollaması ve savaştan sonra oğullarını, daha doğrusu oğullarının cesetlerini, aramasını anlatıyor. Bu arama macerasında da Connor’a iki Osmanlı askeri yardım ediyor: Binbaşı Hasan (Yılmaz Erdoğan) ve Jemal (Cem Yılmaz).

Türk sinemasının en önemli isimlerinden olan Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz’ın bu filmde oynayacağını öğrendikten sonra ön yargım oluştu. Filmde onlara figüran rollerini verirler, onlar objektifte çok az görünürler demiştim, ama filmde böyle olmadı, böyle olmaması sevindirdi. Yardımcı başrolü oynuyorlar. Hatta Russell Crowe’dan sonra kamerada en çok görünen kişi Yılmaz Erdoğan, Avustralya Film Ödülleri’ne aday oldu. (En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu)

Ayşe’yi canlandıran güzel oyuncu Olga Kurylenko’nun sesinin dublaj olması işi biraz engebeli yola sokmuş. Ama olsun, bu film için Türkçe öğrenmeye çabalaması bile yeter.

Ayrıca savaşın acımasızlığına ve çirkinliğine öyle nesnel yaklaşılıyor ki hiçbir millet (ırkçılık boyutunda) üstün tutulmuyor, herhangi bir üstün kahramanlık ögesi göze çarpmıyor. Fakat filmde Batı’nın (İngiltere’nin) eleştirildiğini görüyoruz. İngilizlerin, Connor’un çocuklarını arama çalışması sırasında çıkardığı zorluklar, kağıt-evrak işleri, umudunu kırıp eve yollama çabası…

Bu yapım Türk ve doğu (özellikle Arap-İran) kültürüne de ışık tutuyor. Connor’un çocuklarına ‘Binbir Gece Masalları’nı okuması, Türk kahvesini içtikten sonra fal baktırması, Binbaşı Hasan ve Jemal ile hamamda yıkanması ve dinden uzak olan Connor’un Sultanahmet’e girdikten sonra duyduğu hayranlık Türk ve doğu kültürünün başka ülkelerce tanınması için bir araç olabilir bu film.

Türk yapımcılarının, böyle ünlü, yetenekli oyuncular ve gelişmiş teknolojiyle ortak çalışmalar yapması sinemamızı da geliştirir. Sonuç olarak, izlenilmesi gereken bir yapım. Russell Crowe’un yönetmenlik serüveninin başarıyla başladığını söylemek mümkün.  

Yönetmen: Russell Crowe
Senaryo: Andrew Knight, Andrew Anastasios
Oyuncular: Russell Crowe, Olga Kurylenko, Yılmaz Ergoğan, Cem Yılmaz, Salih Kalyon, Jai Courtney, İsabel Lucas

IMDB Puanı: 8.3
Eleştirmenin Puanı: 8.0