Ridley Scott en sevdigim, favori yönetmenlerden biridir. Sinema tarihinin en önemli filmlerinden birkaçına imza atmıştır. Blade Runner (benim için yeri ayrıdır), Alien serisi, Gladiator, American Gangster, Hannibal bunların başında gelir; Robin Hood, Prometheus gibi filmlerle de kariyerini başarılarla beslemiştir. Fakat 77 yaşındaki usta yönetmene göre biraz yetersiz kalmış bu yapım.
Film, Firavun'un acımasız emirlerinin altında çalışan Yahudileri kurtaracak olan liderin (Musa) hayatından bir kesit...
Firavun'un oğlu Ramsey'in arkadaşı olan Musa, Mısır saray üyelerinin Yahudilerlere çektirdikleri zulümden rahatsız olur, onların Mısır'a ait olmadıklarını düşünür. Ramsey tahta gecince Musa, kendisinin de Yahudi olduğunu öğrenir ve Tanrı'nın yardımıyla, Firevun ve halkına '10 bela'yı yollar. (Biz filmde 10 belanın hepsini değil birkaçını görüyoruz) Firevun bu belalardan bıkkınlık duyar ve tüm Yahudileri serbest bırakır. Musa ve halkının amacı ise ait oldukları yere gitmektir.
Dolu dolu, heyecanlı, meraklandırıcı bir şekilde başlayan film ne yazik ki öyle devam etmiyor. Basit çekimlere boğulmuş resmen (Kızıldeniz'in yarılma sahnesi gibi). Filmin sonu ise daha iyi olabilirdi.
Başrolde Christian Bale'in olmasi hepimizin kafasında pozitif ön yargı oluşturdu. Ancak filmde çok sönük kalmış. Bale'in aksine Ramses'i canlandıran Joel Edgerton gayet başarılıydı. Belki de Edgerton'un çok başarılı performansından dolayı Bale sönük kalmış gibi gözükmüş olabilir.
Her şeye rağmen vakit ayırılıp izlenilesi bir film. En azından yönetmen Ridley Scott için...
Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: Adam Cooper, Bill Collage, Jeffrey Caine, Steven Zallian
Görüntü: Darius Wolski
Müzik: Alberto İglesias
Oyuncular: Christian Bale, Joel Edgerton, John Turturro, Aaron Paul, Ben Mendelsohn, Ben Kingsley, Maria Valverde, Hiam Abbas, Sigourney Weaver
IMDB Puanı: 6.6
Eleştirmenin Puanı: 6.3
Sinema üzerine eleştiriler, incelemeler, top10 listeleri, araştırmalar, düşünceler...
13 Aralık 2014 Cumartesi
4 Aralık 2014 Perşembe
Sisteme Karşı Çıkmak: The Hunger Games - Mockingjay : Part 1 (2014)
Suzanne Collins'in gençlik romanından uyarlanan eserin son filmi. Hatta iki parçaya ayrılmış olarak bize kendini gösteriyor.
Konuyu hatırlayacak olursak, Kuzey Amerika'da kurulmuş Panem adlı bir şehirde yaşayan halk, 'Capitol' adını verdikleri gelişmiş bir şehir tarafından yönetilir. Capitol, acımasız olan ve insani değerleri hiçe sayan 'Açlık Oyunları' sistemini geliştirmiştir. Her yıl düzenlenen bu oyunlarda her bölgeden (12 tane bölge var) 12-18 yaş arası 1 bayan ve 1 erkek seçilir ve oyunlarda 1 kişi kalana kadar insanların birbirini öldürmesi istenir. Sistemin amacı, Panem halkının geçmişte çıkardığı isyanın cezasını çektirmek ve Capitol'un mutlak gücünü vurgulamaktır.
Serinin önceki filmlerinde Katniss ve Peeta'nın, Capitol'ün başkanı Snow'a karşı başlattıkları direniş hareketi bu filmde hız kazanıyor. Peeta Capitol'e esir düşmüştür. Başlarda olmasa da filmin sonuna doğru basın-yayın aracılığıyla direnişe destek verir. Katniss'in amacı ise Peeta'yı esaretten kurtarmaktır.
Önceki bölümlerde gördüğümüz filmler klasikleşmiş ve saf aksiyonun olduğu, kendi turlerinden farklı olması gereken yaratıcılık unsurlarından yoksun filmlerdi. Ama bu bölümde film politik bir duruş kazanmış. Toplumun içine girmiş. Ayrıca 'Are you... Are you coming to the tree?' şarkısı yerinde ve etkileyiciydi. Peeta'nın son sahnesini korku ütopyası ögeleriyle dolu bir alt metin olarak gördüm.
Kadroda yeni olan Coin'i canlandıran Julianne Moore'u görmek ise yüzümüzü güldürdü.
Aksiyonun az, toplumsal mesajın çok olduğu bu film izlenilesi nitelikte. Bir sonraki yapım için merak çıtamızı yükseltmiştir.
Yönetmen: Francis Lawrance
Senaryo: Simon Beaufoy, Michael Arnolt
Müzik: James Newton Howard
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Liam Hemsworth, Josh Hutcherson, Woody Harrelson, Donald Sutherland, Philip Seymour Hoffman, Elizabeth Banks, Stanley Tucci, Natalie Dormer
Imdb Puanı: 7.2
Eleştirmenin Puanı: 7.5
Konuyu hatırlayacak olursak, Kuzey Amerika'da kurulmuş Panem adlı bir şehirde yaşayan halk, 'Capitol' adını verdikleri gelişmiş bir şehir tarafından yönetilir. Capitol, acımasız olan ve insani değerleri hiçe sayan 'Açlık Oyunları' sistemini geliştirmiştir. Her yıl düzenlenen bu oyunlarda her bölgeden (12 tane bölge var) 12-18 yaş arası 1 bayan ve 1 erkek seçilir ve oyunlarda 1 kişi kalana kadar insanların birbirini öldürmesi istenir. Sistemin amacı, Panem halkının geçmişte çıkardığı isyanın cezasını çektirmek ve Capitol'un mutlak gücünü vurgulamaktır.
Serinin önceki filmlerinde Katniss ve Peeta'nın, Capitol'ün başkanı Snow'a karşı başlattıkları direniş hareketi bu filmde hız kazanıyor. Peeta Capitol'e esir düşmüştür. Başlarda olmasa da filmin sonuna doğru basın-yayın aracılığıyla direnişe destek verir. Katniss'in amacı ise Peeta'yı esaretten kurtarmaktır.
Önceki bölümlerde gördüğümüz filmler klasikleşmiş ve saf aksiyonun olduğu, kendi turlerinden farklı olması gereken yaratıcılık unsurlarından yoksun filmlerdi. Ama bu bölümde film politik bir duruş kazanmış. Toplumun içine girmiş. Ayrıca 'Are you... Are you coming to the tree?' şarkısı yerinde ve etkileyiciydi. Peeta'nın son sahnesini korku ütopyası ögeleriyle dolu bir alt metin olarak gördüm.
Kadroda yeni olan Coin'i canlandıran Julianne Moore'u görmek ise yüzümüzü güldürdü.
Aksiyonun az, toplumsal mesajın çok olduğu bu film izlenilesi nitelikte. Bir sonraki yapım için merak çıtamızı yükseltmiştir.
Yönetmen: Francis Lawrance
Senaryo: Simon Beaufoy, Michael Arnolt
Müzik: James Newton Howard
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Liam Hemsworth, Josh Hutcherson, Woody Harrelson, Donald Sutherland, Philip Seymour Hoffman, Elizabeth Banks, Stanley Tucci, Natalie Dormer
Imdb Puanı: 7.2
Eleştirmenin Puanı: 7.5
28 Ekim 2014 Salı
Savaş hiçbir zaman sakince bitmez: Fury
Savaşı ya da savaş psikolojisini anlatan Full Metal Jacket, Saving Private Ryan (tema olarak çok benzerlik gosteriyor), Apocalypse Now, Valkyrie, The Pianist vs. gibi filmlere bir yenisi daha eklendi: Fury. Diğer savaş filmlerinden farklı olarak yönetmenimiz tankları ele almış. 1945 nisanında, 2. Dünya Savaşı'nın bitmesine ve Nazi Almanyası'nın kaybetmesine günler kala bir tankın çevresinde geçen yapıt... Film, ismini Brad Pitt'in canlandırdığı baş kahramanımız Don 'Wardaddy' Collier'ın evi olarak tanımladığı tankın adından alıyor. Müzik, ses ve işitsel-görsel efektlerle izleyenleri psikolojik olarak germeyi; askerler arasında geçen trajikomik diyaloglarla kendine bağlamayı başarıyor. İnsani duygulara ve savaşın (psikolojik-fiziksel olarak) ne kadar yıpratıcı olduğuna değiniyor. Filmin hem yönetmenliğini hem de senaristliğini yapan David Ayer hemen hemen her savaş filminde yer alan birkaç klişeyi bu filmde de bizlere gösteriyor: dindar bir hıristiyan (Shia LeBeouf), küfürbaz bir asker (Jon Bernthal) ve birliğe yeni katılmış bir acemi (Logan Lerman).
Filmde hümanist duygular da ön plandaydı. Küçük bir köyde, 2 bayanın evinde geçen sahneler. Savaşın verdiği yorgunluk ve rahatsızlıktan kaçıp askerlerin bayanlarla vakit geçirmek istemesi, onlarla yemek yemeleri... Ama tabiki bu durumu bozan alt kültürü temsil eden askerler de vardı. Ayrıca çaylak askerimizin (savaş atmosferinde) piyano çalması aklimiza The Pianist filmini getirdi.
Yönetmen ve senarist: David Ayer
Görüntü Yönetmeni: Roman Vasyanov
Müzik: Steven Price
Oyuncular: Brad Pitt, Shia LaBeouf, Logan Lerman, Michael Pena, Jon Bernthal, Jim Parrack
IMDB Puanı: 8.1/10
Eleştirmenin Puani: 8.1/10
12 Ekim 2014 Pazar
Gone Girl (2014)
Yazar Gillian Flynn'nin romanını David Fincher beyaz perdeye yansıtıyor ve karşımıza müthiş bir kara film çıkıyor. Son zamanlarda izlediğim en iyi gerilim ve gizem filmi. Filmin uzunluğu insanı hiç sıkmıyor. Müzikleriyle, entrikalarla, diyaloglarla kendine öyle bir bağlıyor ki... David Fincher'ın ustalığını görmemek mümkün değil. Çok güzel kurgulanmış. Başlangıç ve final sahneleri aynı olsa da anlamları çok farklı. Öyle sahneler vardır ki "film birazdan bitecek" ya da "bu filmin final sahnesi olacak" diye tahminlerde bulunuruz. Bu filmde öyle tahminler yapmak zor. Filmin içinde birçok final sahnesi vardı. Film sanki 2-3 kere bitti, senaryodan kopmadan, yeniden başladı.
Bir yere kadar 'The Usual Suspects' ile benzerlik gösterdi. Bazı sahneler de 'Basic Instinct' ve 'Carrie' filmlerini andırıyordu. Ayrıca daha önce 'The Truman Show'da da gördüğümüz gibi Amerika'da televizyonun ve basının halkı ne kadar çok etkilediğine ve kışkırttığına birkez daha şahit oluyoruz.
Oyunculuklar çok başarılıydı, tekrar tekrar tebrik edilesi performans sergilemişler. Ben Affleck ve Rosamund Pike bu filmle zirveye ulaşmışlardır.
Gilliam flynn'nin yazdığı David Fincher'ın yönettiği Gone Girl filmiyle sonunda kötülerin kazandığı bir filme bir daha tanık olduk.
IMDB Puanı: 8.6
Film Puanım: 8.9
Bir yere kadar 'The Usual Suspects' ile benzerlik gösterdi. Bazı sahneler de 'Basic Instinct' ve 'Carrie' filmlerini andırıyordu. Ayrıca daha önce 'The Truman Show'da da gördüğümüz gibi Amerika'da televizyonun ve basının halkı ne kadar çok etkilediğine ve kışkırttığına birkez daha şahit oluyoruz.
Oyunculuklar çok başarılıydı, tekrar tekrar tebrik edilesi performans sergilemişler. Ben Affleck ve Rosamund Pike bu filmle zirveye ulaşmışlardır.
Gilliam flynn'nin yazdığı David Fincher'ın yönettiği Gone Girl filmiyle sonunda kötülerin kazandığı bir filme bir daha tanık olduk.
IMDB Puanı: 8.6
Film Puanım: 8.9
3 Ekim 2014 Cuma
The Breakfast Club (1985)
Lisede işledikleri suçlardan dolayı ceza alan ve
birbirini tanımayan 5 genç cumartesi günlerini okulda geçirmek zorundalardır. Onlardan
yapmaları istenen ise kendileri hakında yazı yazmak. Böylece kendilerinin kim
olduklarını anlayabileceklerdir. Başta birbirlerinden farklı gözüken gençler
aslında ortak noktalarının olduklarını anlarlar: aile zorlaması, öğretmen
baskısı vs. Zaman geçtikçe kendilerini tanımaya ve tanıtmaya başlarlar.
John
Hughes’ın yazıp yönettiği, başucu filmi değerinde, sloganı “They met only once,
but it changed their lives forever” olan
türünün en sempatik filmi: The Breakfast Club. 7 kişinin oynadığı bu kült film
her ne kadar gençlere hitap etse de izleyen herkesi kendine bağlar. Ayrıca hademelerin
sıradan insanlar olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Şarkıları çok güzeldir.
Çalmasa bile izlerken Pink Floyd’un Another Brick in the Wall şarkısını akla
getirdi.
Bu başyapıtın bir diğer özelliği de az bütçeyle
çekilip büyük hasılat elde etmesidir. Oyunculuklar çok başarılı. Öyle tahmin
ediyorum ki en dikkat çeken karakter Judd Nelson’ın canlandırdığı John Bender
olmuştur. Benim en takdir ettiğim karakterse Ally Sheedy’nin oynadığı Allison
Reynolds oldu. Özellikle resim çizdği sahne tekrar tekrar izlenilesi ve komik.
IMBD puanı: 7.9/10
Film Puanım: 8.3/10
27 Eylül 2014 Cumartesi
Rear Window (1954)
L.B. Jefferies profesyonel bir foto muhabirdir ve
geçirdiği bir kaza sonucu bacağı alçıya alınmıştır. Evinden dışarı
çıkamamaktadır. Kendine eğlence olarak arka penceresinden başkalarının evlerini
izlemeye başlar, böylece insanların özel hayatlarıyla ilgili birçok şey
öğrenmiştir. Jeff, komşularını uzun süredir izler ki onlara lakap bile
takmıştır. Karşı evde oturan kadın (Bayan Thorwald)
hastadır ve kocasıyla tartışmalara çokça
girer. Bayan Thorwald birden
ortadan kaybolur ve Jeff, Bay Thorwald’dan
şüphelenmeye başlar.
İlk sahnesinden son sahnesine kadar insanı içine
çeken gizemli romantik bir gerilim filmidir. Çağının
çok ötesinde olan bu Alfred Hitchcock başyapıtı insanın, başkalarının
özel hayatlarına meraklı olmasını anlatıyor. Filmin sadece 2-3 kamera açısıyla
çekilmesi ve tek mekanda geçmesi filmi orijinalleştirmiş.
Oyuncu seçimi de sanırım daha iyi olmazdı. Jefferies
rolündeki James Stewart, Carol Fremont
rolündeki güzel bayan Grace Kelly… Ama benim gözümde en dikkat çekici
karakter bilge hastabakıcı Stella oldu. Yönetmen ve başrol oyuncuları, her ne kadar şuan hayatta olmasalar da, bunun
gibi filmlerle yaşamaya devam edecektir.
IMDB Puanı: 8.6/10
Film Puanım: 8.7/10
Edge of Tomorrow
Tom Cruise, Oblivion'dan sonra bilim kurgu-aksiyon
türüne bu filmle devam etmiş. Biraz Groundhog Day biraz Source Code biraz da
Minority Report tadında bir film. Bu akıcı film güzel vakit gerçirmek için uygun. Fakat, efektler fazlasıyla dikkat çekiyor. Tom Cruise ve Emily Blunt filmde ikinci planda kalmış sanki. Ahtapot uzaylıların animasyonu da biraz abartılmış. Aksiyon filmlerinin babası olan Tom Cruise'u dram, komedi ya da biyografi gibi türlerinde de görmek isteriz. Filmlerinde takım elbiseli bir iş adamı,
Valkyrie’deki gibi üniformalı bir asker veya emekli olmuş bahçe işleriyle
uğraşan bir ev babası gibi roller yakışır. Müthiş
oyunculuk yeteneğini her alanda kullanabilir. Bunun örneğini Last Samurai, Valkyrie, Eyes Wide Shut, Jerry Maguire, Vanilla Sky gibi filmlerde görmüştük. Demek istediğim başrolde T. Cruise ve E. Blunt gibi isimlerin yer aldığı bir filmde, bilim kurgu olsa bile, efektler birinci planda olmamalı. Her şeye rağmen izlenilesi bir film.
The Usual Suspects’ten tanıdığımız Christopher
McQuarrie, Tom Cruise ile daha önce Valkyrie ve Jack Reacher filmlerinde
çalışmıştı. Mission: Impossible 5’te de birlikte olacaklar gibi. Mission: Impossible serisi de Cruise'a yakışıyor.
Film Puanım: 7.2/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)