29 Mart 2015 Pazar

Anne Olmak (2011) - We Need to Talk About Kevin



Türünün en başarılı örneklerinden olan bu psikolojik gerilim filmi, bayan yönetmen Lynne Ramsey'in bir başyapıtı. Lionel Shriver'in romanından sinemaya uyarlama... Hem yazarın hem de yönetmenin bayan olması bu film biraz da olsa otobiyografik bir nitelik taşıyor mu diye düşündürmüyor değil. Öyle ya da böyle izleyen herkese annelik kavramını gayet iyi bir şekilde anlattığını düşünüyorum.

Film Tilda Swinton'un canlandırdığı Eva karakteri kariyerini yükseltme ve zirveye oturma hayali kuran bir kadınken kendini bir yuvada bulur ve hayatının en zor görevini yapması gerekir: anne olmak. Yanında onu ve onun yaptığı işleri pek ciddiye  almayan ve onları anlamayan -sözde- hayat arkadaşı Franklin (John C. Reilly) vardır.

Doğurdukları ilk çocuk olan Kevin ultra problemli (kimisi için ultra asi çocuk) biridir ve annesi Eva'ya bir sürü zorluk çıkartır. Hatta özellikle annesine yapar bunları, babasına karşı çok yumuşak ve cana yakın davranır. Annesi oğluyla her ne kadar iletişim kurmaya çalışsa da annesine muhtaç olmak zorunda kaldığı an (hasta olmak) dışında ona hala yanaşmaz. (Hastayken annesi Kevin'a içinde ok ve yay içeren bir masal okur.) Evde sürekli babasıyla zaman geçirir ve hatta babası Franklin oğlu Kevin'a oyuncak bir ok-yay seti alır. Yaşı ilerledikçe Kevin bu hevesini geliştirir ve gerçek ok-yay takımlarıyla bu sporu hayatına sokar. Ta ki başına bela olana kadar...


We Need to Talk About Kevin, anne olmanın zorluklarını harika bir şekilde gösteriyor bize. İş yaşamındaki insanlar, ev işleri, evdeki insanlar (kocası ve çocuklar), cinsel hayatı, kendine ayırmak zorunda olduğu kısıtlı zaman, çocuklarını anlamaya çalışması, sosyal baskı... Tabii ki bunların hepsi ultra problemli veya aşırı asi bir çocuk olunca çok daha zor oluyor.

Hatta filmi kimin üzerinden gittiğini tahmin etmek izleyene göre değişir. Kimisi filmin merkezinde Kevin var der kimisi Eva der... Şu sorular da sorulabilir; acaba Kevin'da oedipus kompleksi mı vardı? Kevin'ı o hale genetik mi yoksa çevre mi getirdi, veya ikisi birlikte mi?

Karakter seçimi için başta ön yargım vardı ancak film ilerledikçe Tilda Swinton'un belki de en uygun kişi olduğunu gördüm. Yüzündeki o yıpranmışlık, üzerindeki o bitkinlik...



Sonuç olarak çok başarılı bulduğum bir yapım We Need to Talk About Kevin. Herkesi düşündüren, düşündürmeye teşvik eden bir yapım. Yaşadığı o kadar zahmete ve hayatındaki vahşete rağmen filmin sonunda oğlu Kevin'ı yine de görmeye gitmesi ve ona sarılması sanırım anne olmanın ne demek olduğunu gayet iyi açıklıyor.  

Eleştirmenin Puanı: 8.1 / 10
  

12 Mart 2015 Perşembe

Tüm Zamanların En İyilerinden - Birdman (2014)


Alejandro Gonzalez İnarritu'yu tanıdığımdan beri hem kendisini hem de filmlerini sevmişimdir ve bana göre tüm zamanların en iyi yönetmenlerinden biridir. Her yıl bir, ya da birkaç tane, film yapmaktan ziyade birkaç yılda bir film yapıyor, çoğu yönetmenin aksine. Böylece hem kendini özletiyor hem de yaptığı az ama öz filmlerle kendine tekrar tekrar hayran bırakıyor ve bizi etkiliyor. İnnarritu'nun Detras del dinero'yla başlayan beyaz perde macerası Amores Perros ve 21 Grams filmleriyle kanatlandıktan sonra Birdman ile zirveye ulaşıyor.

Filmin büyük bir bölümü, geçmişte 'Birdman' adında bir çizgi roman uyarlaması filmde rol almış ancak günümüzde eski şöhretini kaybetmiş olan Riggan (Michael Keaton) karakterinin gözünden anlatılıyor. Kariyerine tiyatro sahnelerinde devam ederek hayatında tekrar zirveye çıkmak için fırsat kollar. 

Zaman zaman şizofrenik davranışları olan ve kendisini hala bir süper kahraman olarak gördüğü Riggan karakterinin Michael Keaton olması bu film için belki de en uygun seçim olmuş. Kendisi 90'lardan çıkan Batman serisinden beri bir türlü çıkış, daha doğrusu 90'lardaki ününü, yakalayamayan nam-ı değer eski Birdman-Kuş Adam (Batman-Yarasa Adam). Keaton'un bu filmde oynaması da bu yüzden pek ironik. Riggan'nın kendi iç sesiyle konuşmaları, iç sesinin Birdman süper kahramanı olması ve iç sesinin kendisine gerçekleri söylemesi ama çoğu zaman kendisini tatmin etmeye çalışması hayli başarılı bir gönderme. Zaten çoğu insan iç sesini de egolarını tatmin etmek için kullanmıyor mu?



Çekimler bir hayli ilginç. Yönetmenin tarzı filmlerinde belli oluyor; o da kameranın dinamik olması. Bu filmde ise kamera hiç durmuyor! Her ne kadar öyle olmasa da, sanki tüm film hiç kesilmemiş, sanki filmin başında 'başlat' tuşuna basılmış ve filmin sonuna kadar 'durdur' tuşuna basılmamış gibi. Buna 'Continuous Uninterrupted Shot' deniliyor. (Bunun en iyi ve en bilinen örneklerine Kubrick'in The Shining filminden Danny'nin bisiklet sürdüğü sahneleri gösterebiliriz.) Tabii ki 2 saatlik bir yapım için bu çok zor, hatta imkansız gibi. O yüzden bazı yanıltıcı sahnelerle, bunlar kameranın bize durağan gözyüzünü göstermesi, karanlığa girip 1-2 saniye karanlıkta kalması ve yine birkaç sanıyeliğine boş koridoru göstermesi gibi, izleyicilere çaktırmadan tüm film kesilmemiş gibi duruyor. Bunun sadece özgünlük olsun diye yapıldığını düşünmüyorum. Filmin içeriğiyle alakalı da olabilir. Tiyatro kesilmez ve durmaksızın devam eder, filmlerin aksıne. Oyuncular, oyunu sahneye bir çıkışta bitirirler ve Birdman'nin içeriğinde de tiyatro olduğu için bu yöntemi seçmiş olabilirler.

Yakaladığım bir başka ayrıntıysa, ya da öyle olduğunu düşünüyorum, İnarritu'nun, en az bir sahnesiyle, usta yönetmen Stanley Kubrick'e selam göndermesi ve onu anması. Kameranın durağan bir şekilde boş koridoru göstermesi ve continuous shot örneğinde verdiğim gibi akla The Shining filmini getirdi.

Birdman'deki Koridor

The Shining'deki Koridor

Ek olarak, Whiplash filminden sonra, filmde işlenen de temel enstrüman olarak Birdman'de de bateri seçilmiş. Kamera gibi devamlı işlek olan arkada gelen, hatta birkaç kere kameraya da görünen, bateri, filme daha iyi bağlanmamızı sağlıyor.  

Anlam derinliği olmayan, görsel efektlere ve bilgisayar oyunlarına boğulmuş süper kahraman filmlerini o kadar güzel eleştiriyor ki bu film... Benim için baş ucu niteliğinde çünkü düşüncelerimi bu filmde gördüm. Daha önceki yazılarımda, çevremdeki insanlara da bahsetmişimdir: süper kahraman filmleri ego tatmin etmek içindir. Hatta şöyle harika bir replik barındırır:

"... Gerçek sanat yapmaya kalkışamayacak kadar bile eğitimsiz, tecrübesiz ve hazırlıksızlar. Birbirlerine çizgi filmler ve pornografi için ödül dağıtıp duruyorlar. Değerini hafta sonlarına göre ölçüyorlar. ..."

Gerçekten de öyle değil mi? Sinemayı sadece hafta sonları eğlencesi olarak gören insanlar çoğunlukta. En çok gişeyi çizgi film uyarlaması (süper kahraman) filmleri ve pornografı niteliği taşıyan filmler (The 50 Shades of Grey) almıyor mu? Lindsay Duncan'ın Michael Keaton'a söylediği bir başka değerli söz var ki tam bu tarz içi boş filmlerin oyuncularına söylenmiş gibi duruyor: 
"Siz aktör değilsiniz, sadece ünlüsünüz."

Oyunculuklara değinmeye gerek yok diye düşünüyorum. Hepsi harikulade performans sergilemişler. Eski Batman yeni Birdman olan Michael Keaton, oynadığı rolü yaşayan Edward Norton, asabi ama bir o kadar da çekici olan güzel oyuncu Emma Stone, Naomi Watts, Zach Galifianakis... Hatta çok az görünmesine rağmen filme ve filmdeki rolüne çok yakışan eleştirmen rolündeki Lindsay Duncan bile...

Sonuç olarak bu filmi sadece 2014 yılında çekilenlerle sınırlamak olmaz. Bu film, tüm zamanların en iyilerinden... Verdiği mesajla olsun, eleştirisiyle olsun, çekimleriyle olsun adeta bir zeka ve orijinallik anıtı. Alejandro Gonzalez İnarritu'yu neden bu kadar sevdiğimi bana bir kez daha kanıtladı.

Eleştirmenin Puanı: 9.5 / 10

Son İnsanlar Arasında Bile Bulunan Sınıf Ayrımı - Snowpiercer (2013)



Bu zamana kadar yapılmış aksiyon filmlerine baktığımızda birçoğunun birbirinin fotokopisi gibi olduğunu görürüz. Aynı olaylar, aynı sahneler, aynı finaller, aynı efektler... Kalıcı bir değeri olmayan yapımlar... Derinliği olmayan senaryolar... Bu yüzden aksiyon filmlerine karşı bir antipatim vardır. Tabii ki hepsine değil. Bir aksiyon filminin kalıcı ve içinde anlam derinliği olması için hemcinslerinden farklı orijinal olması gerekir. Hem senaryo hem de çekimlerde...

Jennifer Lawrence'lı The Hunger Games'ten tutun da Christian Bale'in oynadığı Equilibrium'a kadar içinde sistem eleştirisi içeren birçok yapım gördük. Joon-ho Bong'un yönettiği Snowpiercer, kurgu ve senaryosuyla diğerlerinden ayrılmayı başarıyor.



Küresel ısınmayı azaltmak için yapılan bilimsel çalışmalar ters gitmiştir ve dünya tekrar buzul çağına, hatta en kötüsüne, bürünmüştür.(Tarih tekerrürden ibarettir.) Dışarıda kalanlar donarak ölmüştür; hayatta kalanlarsa 'Wilford Endüstrisi' adı verilen kurgusal bir şirketin tüm dünyayı birbirine bağladığı demiryolu sisteminde durmaksızın hareket eden -sanayi devriminin sembolü- trene binmişler ya da zorla bindirilmişlerdir. Her vagonda farklı kesimden insanlar yaşar (en son vagonda ezilen halk; ön vagondalarda zengin kesim). Bu sınıf ayrımı arka vagondakilerin canına tak etmiştir ve isyan çıkarma planı yaparlar, olaylar gelişir.

Bazı açıklanamayan ayrıntıların dışında geriye kalanlar çok başarılı işlenmiş ve sembolik benzetmeler çok güzel kurgulanmış. Tren ekosistemdir ve ekosistemin içinde bulunan her şey de trende gösterilmeye çalışılmış (orman, dev akvaryum (okyanus) vs.) Trenin su ihtiyacının nereden ve nasıl karşıladıklarını açıklamaları da iyi olmuş.



Açıklanamayan ve aklıma takılan ayrıntılardan birkaçıysa; isyancılar önlere doğru ilerlerken depolanmış etlerin bulunduğu bir vagona gelirler ama etlerin nereden geldiği söylenmez. (Çiftlik ya da ahırdan bahsedilmiyor.) Ön vagonlarda yaşayanlar sabah-akşam et tüketirken, arka vagondakilerin aksine, 17 yılda o etlerin tükenmesi lazım.

Bir başka husussa, ön vagonda yaşayanların neye göre seçildiği. Zenginlik mi? (Trende paranın önemi olmadığı için mantıklı gelmiyor.)

Tüm dünyayı bağlayan bir demiryolu hatta var ve hatta güzergahi da filmde gösteriliyor. Tren, okyanusun üzerinden geçiyor. Kilometrelerce uzunlukta olan o okyanusların üzerinden geçerken keşke manzara köprü gösterilse fena olmazdı diyorum.

Olayların gerçekleştiği yıl 2031. Yıl çok yakın ve tahminimce erken. Aynı durum Back to the Future filminde de var ve orada da 2015 yılına gidiyorlardı. Snowpiercer'ın geçtiği yıl (en az) 2070-208lere kadar uzatılmalıydı diye düşünüyorum.

Tabii ki bunlar filmde nazar boncuğu olarak kalıyor, filmin üzerine gölge düşürmüyor. Beni hayal kırıklığına uğratan tek bir nokta var o da Curtis karakterinin filmin sonundaki Amerikan klişelerinden kurtulamamış olması. Son vagona kadar kahraman bir şekilde gel, sonra duygusala bağla, kendini kaybet vs. Yakışmamış.


Kaptan Amerika filmindeki rolüyle bir türlü ısınamadığım Chris Evans burada iyi performans çıkarmış, ama ben en çok Tilda Swinton'u beğendim. Sinir bozucu, kendinden başkasını düşünmeyen Mason karakterini yaşıyor adeta. Ayrıca trenin yapımcısı Wilford'u Ed Harris'in (Truman Show, A Beautiful Mind) canlandırması da ayrı güzeldi.

Sonuç olarak son derece etkileyici ve düşündürücü bir film. Türlerinden farklı bir kurgu ve senaryosu var. İzlemediyseniz tavsiye ederim.

Eleştirmenin Puanı: 7.8 / 10


Biz Burada Ne yapıyoruz? - 7500 (2014)




Uçakta geçen Japon korku filmi. The Grudge ve Ju-on gibi Japon klasikleriyle tanınan Yönetmen Takashi Shimizu insanların farklı korkularını ele almış. (uçuş korkusu, kapalı alan korkusu, yabancılarla aynı ortamda bulunma korkusu, ölüm korkusu vs.)

Devasa boşlukları ve açıklanamayan bir ton kurgusu olan bu film ortalamanın üstünde başlıyor, ancak gelişme ve sonuç bölümleri başlangıcın çok altında.


İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz diye düşünüyorum, hatta izleyecek film bulamayınca yani yoklukta bile. Hatta filmin oyuncuları bile filmin çekimli bittikten ve filmi izledikten sonra çok sevdiğim arkadaşım, azizimin (BK) dediği gibi düşünmüş olabilirler: "Biri de demiyor ki biz burada ne yapıyoruz."

Eleştirmenin Puanı: 3.2 / 10

İşaretli Olmak İster Misiniz? - Paranormal Aktivity 5 (2014)



Neden korku filmi izleriz? Korku filmi severler gerçekten korkmayı mı sever, yoksa kendilerini korku senaryosunda bulmayı mı? Veya korkmak bir gereklilik midir? Bir korku filminin başarılı olduğunu söyleyebilmek için 'sadece' korkutması yeterli midir?

Düşük bütçeyle yapımcıların büyük paralar kazandığı bu korku serisi, 2014 yılında çekilen beşinci filmiyle devam etti.

Jesse (Andrew Jacobs) yeni mezun olmuş bir gençtir ve komşusunun ölümünden sonra bir takım gizemli olaylara tanık olmuştur. Son derece meraklı olan bu genç arkadaşı Hector (Jorge Diaz) ile birlikte bu olaylara burunlarını sokmaya başlar ve olaylar gelişir.



Konusu ve çekimleri öncekilere göre farklılık gösteriyor. Bu filmde paranormal olayların tek bir evde geçmediğini görüyoruz. Birden fazla ev, değişik mekanlar ve hatta sokak ortasında. Çekimlerde ilse dinamik bir kamera çıkıyor karşımıza. Serinin öncekilerinde olduğu gibi kamera sabit durmuyor. Bu nedenle yönetmen Christopher Landon kolay yolu seçmiş gibi görünüyor. Çünkü dinamik bir kamerada objektifin önüne birden bağırarak çıkan her şey izleyeni hoplatır, korkutur.

Eğer korkmayı seviyor ve korkmak istiyorsanız kaçırmayın derim. Benden söylemesi, izlerken önünüze bir şey çıkmasına hazır olun.

Eleştirmenin Puanı: 6.7 / 10

Acemilik Örneği - Zamanın Sonundaki Ev (2013)



Zamanın Sonundaki Ev (La Casa del Fin de Los Tiempos) korku türünün örneklerindenmiş gibi reklam yapılan bu Venezuela yapımı korku (!), gerilim ve gizem filmi, Venezuela için bir ilk özelliği taşıyor. İlk olmanın acemiliğinden olsa gerek, sıkıcı ve klişelerle dolu yetersiz senaryosuyla benm (ve sanıyorum birçok kişi) için göz dolduramadı. Gerçi kurgusunun hepsine kötü demek doğru olmaz çünkü başı gayet ilgi çekiciydi ve sonu da ortalarından tahmin edilen bir son gibi değildi. (biraz şaşırtıcı bir sondu)



Filmin kültürel etkisine eğinirsek, (Venezuela yaşam tarzına uzak olduğumuz için çoğumuzun bilmemesi normal) beyzbol'un orada yaygın bir spor olarak görülmesi.  

İyi başlayan, sıkıcı devam eden ve kısmen şaşırtıcı bir sonla biten bu ilk Venezuela yapımı korku filminden sonra yönetmen Alejandro Hidalgo korku filmi senaryolarıyla ilerlerse, La Casa del Fin de Los Tiempos (The House of the End Times - Zamanın Sonundaki Ev)'tan daha iyilerini yapabileceğini söylemek mümkün. Ama korkmak, gerilmek istiyorum diyorsanız bu yapım sizi hayal kırıklığına uğratabilir.

Eleştirmenin Puanı: 5.4 / 10