12 Mart 2015 Perşembe

Son İnsanlar Arasında Bile Bulunan Sınıf Ayrımı - Snowpiercer (2013)



Bu zamana kadar yapılmış aksiyon filmlerine baktığımızda birçoğunun birbirinin fotokopisi gibi olduğunu görürüz. Aynı olaylar, aynı sahneler, aynı finaller, aynı efektler... Kalıcı bir değeri olmayan yapımlar... Derinliği olmayan senaryolar... Bu yüzden aksiyon filmlerine karşı bir antipatim vardır. Tabii ki hepsine değil. Bir aksiyon filminin kalıcı ve içinde anlam derinliği olması için hemcinslerinden farklı orijinal olması gerekir. Hem senaryo hem de çekimlerde...

Jennifer Lawrence'lı The Hunger Games'ten tutun da Christian Bale'in oynadığı Equilibrium'a kadar içinde sistem eleştirisi içeren birçok yapım gördük. Joon-ho Bong'un yönettiği Snowpiercer, kurgu ve senaryosuyla diğerlerinden ayrılmayı başarıyor.



Küresel ısınmayı azaltmak için yapılan bilimsel çalışmalar ters gitmiştir ve dünya tekrar buzul çağına, hatta en kötüsüne, bürünmüştür.(Tarih tekerrürden ibarettir.) Dışarıda kalanlar donarak ölmüştür; hayatta kalanlarsa 'Wilford Endüstrisi' adı verilen kurgusal bir şirketin tüm dünyayı birbirine bağladığı demiryolu sisteminde durmaksızın hareket eden -sanayi devriminin sembolü- trene binmişler ya da zorla bindirilmişlerdir. Her vagonda farklı kesimden insanlar yaşar (en son vagonda ezilen halk; ön vagondalarda zengin kesim). Bu sınıf ayrımı arka vagondakilerin canına tak etmiştir ve isyan çıkarma planı yaparlar, olaylar gelişir.

Bazı açıklanamayan ayrıntıların dışında geriye kalanlar çok başarılı işlenmiş ve sembolik benzetmeler çok güzel kurgulanmış. Tren ekosistemdir ve ekosistemin içinde bulunan her şey de trende gösterilmeye çalışılmış (orman, dev akvaryum (okyanus) vs.) Trenin su ihtiyacının nereden ve nasıl karşıladıklarını açıklamaları da iyi olmuş.



Açıklanamayan ve aklıma takılan ayrıntılardan birkaçıysa; isyancılar önlere doğru ilerlerken depolanmış etlerin bulunduğu bir vagona gelirler ama etlerin nereden geldiği söylenmez. (Çiftlik ya da ahırdan bahsedilmiyor.) Ön vagonlarda yaşayanlar sabah-akşam et tüketirken, arka vagondakilerin aksine, 17 yılda o etlerin tükenmesi lazım.

Bir başka husussa, ön vagonda yaşayanların neye göre seçildiği. Zenginlik mi? (Trende paranın önemi olmadığı için mantıklı gelmiyor.)

Tüm dünyayı bağlayan bir demiryolu hatta var ve hatta güzergahi da filmde gösteriliyor. Tren, okyanusun üzerinden geçiyor. Kilometrelerce uzunlukta olan o okyanusların üzerinden geçerken keşke manzara köprü gösterilse fena olmazdı diyorum.

Olayların gerçekleştiği yıl 2031. Yıl çok yakın ve tahminimce erken. Aynı durum Back to the Future filminde de var ve orada da 2015 yılına gidiyorlardı. Snowpiercer'ın geçtiği yıl (en az) 2070-208lere kadar uzatılmalıydı diye düşünüyorum.

Tabii ki bunlar filmde nazar boncuğu olarak kalıyor, filmin üzerine gölge düşürmüyor. Beni hayal kırıklığına uğratan tek bir nokta var o da Curtis karakterinin filmin sonundaki Amerikan klişelerinden kurtulamamış olması. Son vagona kadar kahraman bir şekilde gel, sonra duygusala bağla, kendini kaybet vs. Yakışmamış.


Kaptan Amerika filmindeki rolüyle bir türlü ısınamadığım Chris Evans burada iyi performans çıkarmış, ama ben en çok Tilda Swinton'u beğendim. Sinir bozucu, kendinden başkasını düşünmeyen Mason karakterini yaşıyor adeta. Ayrıca trenin yapımcısı Wilford'u Ed Harris'in (Truman Show, A Beautiful Mind) canlandırması da ayrı güzeldi.

Sonuç olarak son derece etkileyici ve düşündürücü bir film. Türlerinden farklı bir kurgu ve senaryosu var. İzlemediyseniz tavsiye ederim.

Eleştirmenin Puanı: 7.8 / 10


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder