12 Temmuz 2016 Salı

3ü1 Arada: Woody Allen

Irrational Man (2015)
Woody Allen’in konsept ve senaryo bakımından önceki filmlerine kıyasla çok farklı olan bir yapım. Her filminde romantizmin yanında belli bir felsefeyi de işlemesiyle kimilerince ‘Hollywood Filozofu’ olarak anılan Allen, bu filmi de varoluşçuluğun üzerine kurmuş. (Bunu yaparken de başta Dostoyevski ve Jean Paul Sartre olmak üzere o akımın önce gelenlerini anmaktan geri kalmıyor.) Seçimlerimizin ve kararlarımızın hayatımızı ne derecede etkilediği hakkında düşünmüş. Aynı zamanda da, film yaptığının bilincinde olduğundan olsa gerek, karakterlerin davranışlarını da sürrealizmin çevresinde tutmuş, caz müziği eşliğinde.
Woody Allen’ın son zamanlarda çektiği en başarılı filmlerinden… En az Midnight in Paris ve Manhattan kadar tatlı, felsefi, sanatsal, düşündürücü ve kalıcı. Sanat ve felsefi filmlerin sıkıcı olduğuna dair dogmatik bir düşünce vardır. Allen bu düşünceyi, yaptığı filmlerle her seferinde yıkmaya devam ediyor.
8.0 / 10

Magic in the Moonlight (2014)
Woody Allen’ın Avrupa’yı, özellikle Fransa’yı sevdiğini görebiliyoruz ki bir önceki filmi Midnight in Paris ile 1900’lerin başlarındaki Paris’e ara ara gidip gelirken bu filmle orada kalıyor ve filmin o dönemde geçmesini sağlıyor. Sihre ve yüce bir güce inanmayan, başkalarını kandırmakla hayatını kazanan kandırılamayan bir sihirbazın kandırılmasını anlatıyor. Tabii ki aşk ile… Ana karakter Stanley’in, Charles Dickens’ın ‘Zor Zamanlar’ romanının karakteri Bay Grand ile benzerliği gözden kaçmıyor. Ayrıca filmde Dickens ve Nietzsche’den de alıntılar mevcut. Arka planda çalan harika müzikleri müthiş doğa manzaraları tamamlıyor. Diyaloglar yüzümüze tebessüm getirdiği gibi düşündürüyor da. Woody Allen’ın belki en iyi filmi değil ama kesinlikle tatmin edici.    
7.0 / 10

Match Point (2005)
“İyi olmaktansa şanslı olmayı tercih ederim” mottosu üzerine kurulu, neredeyse herkesin hayata dair plan yaparken hesaplamayı unuttuğu ‘şans’ faktörünü çok başarılı anlatan bir yapım. Bunu anlatırken de tenis sporundan örnek veriyor. Tenis topu fileye çarpar, bir süre havada kalır ve diğer tarafa düşerse sayı sizin olur, sizin alanınıza düşerse sayıyı kaybedersiniz. Ne kadar iyi olursanız olun, o an sadece şans sizinle olursa sayıyı alırsınız. Hayatlarımızda da böyle değil mi? Elimizden gelenin en iyisini yapsak da hesaplanmayan öyle bir an gelir ki çok çalıştığımız ve iyi olduğumuz alanda kaybederiz, gerileriz. Hatta hayatımızdaki iniş ve çıkışların başrolünün şans olduğunu bile söyleyebiliriz.
Londra’da geçen, sanki bir opera ve müzikal bir oyunmuş gibi izlememizi sağlayan ve Woody Allen, zekasını filmin sonunda hissettirip izleyenleri şaşırtan bir film. Görülmeye değer…
7.5 / 10

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder