22 Nisan 2016 Cuma

The Revenant

İnarritu Kaldığı Yerden…

İnarritu, modern sinemanın entelektüel, geniş düşünebilen, konu ne kadar zor olursa olsun bir şekilde izleyiciye vermesini bilen hatta hissettiren günümüzün üst düzey yönetmenlerinden biridir. Filmlerinde verdiği mesajlarla, kamera kullanımıyla mesleğinin hakkını veren, gerçek bir yönetmen ve sanatçıdır.

Son yıllarda Hollywood’a girmesiyle birlikte eline geçen her türlü imkanı (para, oyunculuk, teknoloji vs.) kullanmaya başlamış ve yaratıcılığını beyaz perdeye daha iyi bir biçimde aktarma şansına sahip olmuştur. Peki, Hollywood’dan önce yok muydu? Tabii ki vardı, bunu Amores Perros (2000) filmiyle sinema dünyasına kanıtlamıştı.

Ve İnarritu’nun filmografisindeki başarılı grafik, The Revenant ile devam ediyor. Etkisinden kolay çıkılamayacak bir yapıt ile izleyeni adeta filmin içinde yaşatıyor. Yaşanmış bir olaydan ve Michael Punke’ın kitabının bir kısmandan etkilenerek yapılan bir vahşi batı filmi. Üstelik sıcak, kurak bir zaman ve mekanda geçen western filmlerinin aksine; engebeli arazilerde, ormanlarda ve karda kışta geçen bir western filmi.

Yerli olmayan bir grup, ticari çıkarlar için geldikleri bölgede bir kamp sırasında Kızılderili saldırısına uğrar ve apar topar kaçmaya başlar. O saldırıda birçok adamlarını ve mülklerini kaybetmenin acısıyla başka bir yol ararlar. Bu sırada, tek amacı oğlunu korumak olan Glass’a bir ayı saldırır (ki sadece o sahne için bile ayrı bir yazı yazmak gerekir) ve çok ağır yaralanır. Günlerce iyileşememesinden dolayı, grubun geri kalanından bazıları için Glass artık bir yükten ibarettir. Onu, ölümünü engellemek için çabalamakla görevlendirilen oğlu dahil 3 kişi başında bekler.  Beklemekten sıkılan Fitzgerald, verdiği söze ihanet eder, Glass’ın oğlunu gözleri önünde öldürür ve kaçar. Film ise Glass’ın hayatta kalma mücadelesini ve oğlunun intikamını almasını anlatır.

Filmin ışıklandırılmasının doğal yollarla yapıldığını göz önüne alırsak, çekiminin bir hayli uzun sürdüğünü söyleyebiliriz. (Stanley Kubrick’in Barry Lyndon filminde de hiçbir yapay ışık kullanılmamıştı.) Kamera tekniklerinde ise İnarritu, tarzından ödün vermeyerek, kesilmeyen devamlı sahneleri kullandığını çoğu kez görüyoruz. ( Birdman filminin ise tamamı kesintisizdi.)
Glass’ı canlandıran DiCaprio, sanki bir ağır sanat filminde oynuyor. Karakterin ruh halini fazla konuşmadan, jest ve mimiklerle çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Filmin soğuk bir mekanda ve uzun bir süreyle çekilip, hastalıklarla, doğal ortamlarla, başta DiCaprio olmak üzere tüm oyuncuların mental ve fiziksel durumlarını kontrol etmeleri çok zor. 

 İnarritu adını Amores Perros ile duyurmuş, Birdman ile tüm zamanların en iyileri arasına girmiştir. Birdman ile, diğer aksiyon filmlerini şu sözlerle “… Gerçek sanat yapmaya kalkışamayacak kadar bile eğitimsiz, tecrübesiz ve hazırlıksızlar. Birbirlerine çizgi filmler ve pornografi için ödül dağıtıp duruyorlar. Değerini hafta sonlarına göre ölçüyorlar…” eleştirirken; The Revenant ile de aslında “Bir aksiyon filmi nasıl çekilir, gerçek aksiyon filmi nasıl olmalı” diye sinema dünyasına ders veriyor.


Eleştirmenin Puanı: 9.0 / 10  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder