İnarritu Kaldığı Yerden…
İnarritu, modern sinemanın entelektüel, geniş düşünebilen,
konu ne kadar zor olursa olsun bir şekilde izleyiciye vermesini bilen hatta
hissettiren günümüzün üst düzey yönetmenlerinden biridir. Filmlerinde verdiği mesajlarla,
kamera kullanımıyla mesleğinin hakkını veren, gerçek bir yönetmen ve
sanatçıdır.
Son yıllarda Hollywood’a girmesiyle birlikte eline geçen her
türlü imkanı (para, oyunculuk, teknoloji vs.) kullanmaya başlamış ve
yaratıcılığını beyaz perdeye daha iyi bir biçimde aktarma şansına sahip
olmuştur. Peki, Hollywood’dan önce yok muydu? Tabii ki vardı, bunu Amores
Perros (2000) filmiyle sinema dünyasına kanıtlamıştı.
Ve İnarritu’nun filmografisindeki başarılı grafik, The
Revenant ile devam ediyor. Etkisinden kolay çıkılamayacak bir yapıt ile
izleyeni adeta filmin içinde yaşatıyor. Yaşanmış bir olaydan ve Michael
Punke’ın kitabının bir kısmandan etkilenerek yapılan bir vahşi batı filmi.
Üstelik sıcak, kurak bir zaman ve mekanda geçen western filmlerinin aksine;
engebeli arazilerde, ormanlarda ve karda kışta geçen bir western filmi.
Yerli olmayan bir grup, ticari çıkarlar için geldikleri
bölgede bir kamp sırasında Kızılderili saldırısına uğrar ve apar topar kaçmaya
başlar. O saldırıda birçok adamlarını ve mülklerini kaybetmenin acısıyla başka
bir yol ararlar. Bu sırada, tek amacı oğlunu korumak olan Glass’a bir ayı
saldırır (ki sadece o sahne için bile ayrı bir yazı yazmak gerekir) ve çok ağır
yaralanır. Günlerce iyileşememesinden dolayı, grubun geri kalanından bazıları
için Glass artık bir yükten ibarettir. Onu, ölümünü engellemek için çabalamakla
görevlendirilen oğlu dahil 3 kişi başında bekler. Beklemekten sıkılan Fitzgerald, verdiği söze
ihanet eder, Glass’ın oğlunu gözleri önünde öldürür ve kaçar. Film ise Glass’ın
hayatta kalma mücadelesini ve oğlunun intikamını almasını anlatır.
Filmin ışıklandırılmasının doğal yollarla yapıldığını göz
önüne alırsak, çekiminin bir hayli uzun sürdüğünü söyleyebiliriz. (Stanley
Kubrick’in Barry Lyndon filminde de hiçbir yapay ışık kullanılmamıştı.) Kamera
tekniklerinde ise İnarritu, tarzından ödün vermeyerek, kesilmeyen devamlı
sahneleri kullandığını çoğu kez görüyoruz. ( Birdman filminin ise tamamı
kesintisizdi.)
Glass’ı canlandıran DiCaprio, sanki bir ağır sanat filminde
oynuyor. Karakterin ruh halini fazla konuşmadan, jest ve mimiklerle çok
başarılı bir şekilde yansıtıyor. Filmin soğuk bir mekanda ve uzun bir süreyle
çekilip, hastalıklarla, doğal ortamlarla, başta DiCaprio olmak üzere tüm
oyuncuların mental ve fiziksel durumlarını kontrol etmeleri çok zor.
İnarritu adını Amores
Perros ile duyurmuş, Birdman ile tüm zamanların en iyileri arasına girmiştir.
Birdman ile, diğer aksiyon filmlerini şu sözlerle “… Gerçek sanat yapmaya kalkışamayacak kadar bile eğitimsiz, tecrübesiz
ve hazırlıksızlar. Birbirlerine çizgi filmler ve pornografi için ödül dağıtıp
duruyorlar. Değerini hafta sonlarına göre ölçüyorlar…” eleştirirken; The
Revenant ile de aslında “Bir aksiyon
filmi nasıl çekilir, gerçek aksiyon filmi nasıl olmalı” diye sinema
dünyasına ders veriyor.
Eleştirmenin Puanı: 9.0 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder